resim1
resim1

Röpotaj

Gürsal Köksal: Bilgisayar ve internet çağında, eski çağların masallarının çocukların, dolayısıyla toplumların psikolojik gelişiminde hala çok önemli. Bir eğitimci ve bu konuda yıllardır çalışmalar sürdüren bir araştırmacı olarak sizce de öyle mi?

Yücel Feyzioğlu: Evet, bence de öyle. Masallar, insanların psikolojik ihtiyaçlarını karşılayan en iyi öyküler. Çünkü içinde fantezi var. İnsanoğlu o fanteziye inanıyor, onun arkasından maceralı bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukta da güçlüklerle karşılaşıyor, mücadele ediyor, deney kazanıyor, olgunlaşıyor, yeni icatlara imza atıyor, mutlu oluyor, doymuyor, yeni bir maceraya atılıyor. Çarpıcı bir örnek: İlk insan da ölümsüz olmak istiyordu, günümüz insanı da... Bu ruh hali hep aynı. Tarihte ilk yazıya geçmiş masal da bu ihtiyacı karşılıyor, adı: Adapa. M.Ö. 1750 yıllarında Hammurabi yasalarıyla yazıya geçmiş. Sümerli bir yazara ait. Tabletlerde yayımlandıktan 3760 yıl sonra ben ikinci baskısını yaptım. (Adapa, Nesin Yayınevi) Adapa, Mezopotamyalı bir yiğit. Hayatı çok seviyor, Dicle ile Fırat arasına kanallar açıp toprağı işliyor. Fakat ölümlü olduğunu bildiği için motivasyonu düşüyor, ölümsüzlük ekmeğini almak için Gök Tanrıya gitmeğe karar veriyor, yelkenlisine biniyor. Gök Tanrısı da fırtınayı salıp onun yelkenini kırıyor, Adapa da fırtınanın kanadını tutup kırıyor, inanılmaz macera bu noktada başlıyor. Bu macera günümüze kadar öyle bir gelişim gösteriyor, insanoğlu öyle bir yol alıyor ki; ölüme çare bulamıyor ama, ömrünü birkaç kat uzatmayı beceriyor. Bir yığın buluşlar yapıyor. O nedenle TIP alanındaki gelişmeler, bütün teknoloji ve bilimsel alandaki gelişmelerin en önünde gidiyor.

MASALLARLA BULUŞLARIN BAĞI
Teknik gelişmenin temelinde de bu masal geleneği olsa gerek?

Tamamen öyle. Einstein, ‘Bilgi sınırlı olduğu için fantezi bilgiden daha önemlidir,’ derken tam da bunu kastediyor. Bizde “Sihirli At” adında bir masal var. Bu, İpekyolu’ndaki kervansaray konaklamalarında yaratılmış. Halife Harun el Reşid’in de çok hoşuna gitmiş. Saray masalcısı Muhammed el Gahşigar’a: “Sen bunu yazıya geç, unutulmasın” demiş. O da 1200 yıl önce yazıya geçmiş. Masal özetle şu: Üç bilgin İran Şahının kızına âşık olur. Üçü de Şaha elçi gelir, kızını isterler. Şah da der ki: “Sizin maharetiniz, yeteneğiniz ne ki ben size kızımı vereyim?” Birinci bilgin: “Ben bir tavuz kuşu yaptım, siz zamanı öğrenmek istediğinizde saat kaçsa, tavuz kuşu o kadar kanadını sallayacak, zamanı öğrenmiş olacaksınız.” İkinci bilgin: “Ben boynuzdan bir uyarı aracı yaptım. Sur kapısına asacaksınız, bir tehlike olunca o boynuz uluyarak sizi uyaracak.” Üçüncü bilgin de: “Ben maun ağacından sihirli bir at yaptım,” der, “üstüne bineceksiniz, sağ kulağını çevirdiğinizde at havalanacak, üç günde gittiğiniz yolu üç saatte gidecek, inmek istediğinizde sol kulağını bükeceksiniz, at yere inecek...” İşte böyle. Bütün buluşlar önce fantezide yaratılıyor, sonra hayata geçiriliyor. Fantezisi olmayan hiç bir masal ya da öykü bu kadar uzun yaşamıyor.

„Grimm Masalları“, Wilhelm ve Jacob Grimm'in ilk kitaplarının 200'nci yılı vesilesiyle tüm Almanya gündeminde. Siz 30 yılı aşkın bir süredir çok daha geniş bir coğrafyayı kapsayan Türk dünyasında, çok daha fazla masalı topladınız, biraraya getirip ciltler halinde yayınladınız. Halen de yayınlıyorsunuz. Size bir yılda 3 ödül verilmesi bu konuya Türkiye'de ilgi olduğunu gösteriyor. Ama sanki medyanın ilgisi çok az. Sizin gözlemleriniz nedir? Gerçekten öyleyse, neden?

En iyisi bir efsaneyle cevap vereyim. Hristiyanlığın ilk yayıldığı dönemi anlatan Anadolu’da “Yedi Uyuyanlar Efsanesi” vardır. (İslam inancında da anlatılır) Efes’te yedi kişi Hristiyan olmuştur. Roma imparatoru Decius yeni dine inananlar üzerinde şiddetli bir baskı uygular. Bu yedi kişi de Decius’un zulmünden kaçıp Panayır Dağı'ndaki mağaraya sığınırlar. Bir de köpekleri vardır. Adı Kitmir’dir. Tanrı, köpeğe konuşma yeteneği verir; Kitmir dile gelir: "Korkmayın, siz uyurken ben bekçilik yaparım." Bunun üzerine hep birlikte mağaraya girer, yıllar süren derin bir uykuya dalarlar. Öyle uzun bir uyku ki, Hıristiyanlık Anadoluda yayıldıktan sonra Tanrı onları uyandırır. Acıkmışlardır. İçlerinden Yemliha adında olan ekmek almak için Efes’e gider. Giysiler, inançlar değişmiştir. Bir günde herşeyin bu kadar çabuk değiştiğine inanamaz. Üzerinde İmparator Decius'un resmi bulunan gümüş parayı fırıncıya verir. Fırıncı şaşırır: “Bu para 309 yıl önceye aittir, tedavülden kalktı,” der. Yemliha şaşkın biçimde mağaraya döner, durumu arkadaşlarına anlatır, yeni dünyaya uyum sağlayamayacaklarını anlayarak mağaranın ağzını kapatır, hiç uyanmamak üzere yeniden uykuya dalarlar. Türk basınının büyük bir bölümünü biraz bu efsanede uykuya dalanlara benzetiyorum. AA benimle büyük bir söyleşi yaptı, dünyadaki bütün abonelerine gönderdi. Bazı büyük gazeteler bunu yayınladı, ancak medyamızın geneli bu olayın üstünde durmadı. Köşe yazarları, eleştirmenler yazmadı. Trabzon Valisi Nuri Okutan “Bunlar çok önemli, çocuklarımıza kimlik ve kişilik kazandıracak binlerce yıllık hazinemiz, bunların tanınması gerek,” dedi, bu kitapları on binlerce basıp iki bakan davet etti. Bir basın ordusu bakanlarla birlikte geldi. Yüzlerce çocuğun katıldığı büyük bir toplantı yapıldı. Gazeteciler itiş kakış bakanları görüntülemeğe çalışıyordu. Sayın Vali yardımcısını göndererek: “Yahu aramıza gel,” dedi. “Ben o kareye girmem,” dedim. Bakanların omzuna binsem gene benim adım geçmeyeceğini anlamıştım. Bakanlar kitapları çocuklara dağıttılar, biterken sayın Bakan Faruk Nafiz Özak yanıma geldi. Çok kibarca, “Hükümetlerin bile yapamayacağı büyük bir işi başarmışsınız, sizi kutlarım. Bu çalışmayı bakanlar kurulunda da dile getireceğim, ama meslektaşlarınız bu olayın önemini kavrayamadı,” dedi. Ve ertesi gün gerçekten de bütün basında “Bakanlar Trabzon’da çocuklara kitap dağıttı ve arkasından şu şu işletmenin açılışını yaptılar, açılışta şöyle şöyle dediler,” gibi haberler yayınladılar. Alman gazeteler böyle mi? Abonesi olduğum West Deutsche Allgemeine Gazetesinin bir ay boyunca edebiyata ve sanata ayırdığı haber ve yorumların çetelesini tuttum. Her gün kültür sayfaları dolu dolu yayınlandı, bir ayda 11 kez bir edebiyat ya da sanat haberi ilk sayfadan ya birinci ya da ikinci manşet olarak verildi. Yıllardan beri bu böyle. Bu nedenledir ki Almanya’da hergün 660 bin okur kent kitaplıklarına koşuyor, 10 milyon 820 bin kayıtlı okur listeleri var, yılda 466.milyon kitap, dergi, CD, DVD ödünç veriliyor. Kitap satışları yüksek. Bu ölçüde de buluşlar yapılıyor.
(Kaynak: Quelle: Deutsche Bibliotheksstatistik (DBS) 2009, www.bundesliga.de, Spitzenorganisation der Filmwirtschaft e.V., Destatis, Statistisches Jahrbuch 2009, Institut für Museumskunde.)
Bizim gazeteciler Yedi Uyuyanlar Efsanesinde olduğu gibi uyandıklarında dünyanın çok değiştiğini, bu kitapların her yana yayıldığını görecek ve geri uyumaya dönecekler diye korkuyorum.

ÇİRKİNİN İÇİNDE GÜZELİ KEŞFETMEK
Çok karamsar değil misiniz?

Hayır, bakın masallar beni karamsarlıktan nasıl kurtarıyor. Makedonya Türkleri arasında anlatılan bir masalımız var: “Göçe Katılmayan Ördek” Sonbahar gelince bütün yabani ördekler sıcak ülkelere göçe hazırlanırken yeni yetme ördek itiraz eder: “Ben burada doğdum, burayı terk etmem,” der. İkna edip onu götüremezler, kuşak çatışmasını da anlatan güzel bir masaldır. Kış gelince üşümeye başlar, nereye sığınsa ısınma olanağı yok. Kar yağınca kanatları donar ve havalanıp gitmek ister, ama bir ırmak kıyısına düşer. Bir çiftçi köpeği ile hayvanlarını sulamaya getirmiştir. İneklerden biri kocaman dışkısını yapar, sıcak dışkı ördeğin üstüne düşer. O anda ördeğin kanatları yumuşar, buzu çözülür ve canlanır, kıpırdar. Bu kıpırtıyı fark eden köpek onu dışkının içinden çıkarıp yemek ister. Fakat ördek tehlikeyi fark edip uçup gider. Böylece önemli bir deney de kazanmış olur. Bu masal, “üstüne her kaka yapan düşman değildir, seni boktan çıkaran herkes dost değildir,” duygusunu insanlara ne güzel verir. Güzelin içinde çirkini değil, çirkinin içinde güzeli keşfetmeği insan öğrenir. Böylece karamsarlıktan kurtulur, kendisine mutluluğun kapısı aralanmış olur. Teşbihte hata olmaz, beni sarmalayan sıcak ortam var, karamsar niye olayım?

Peki Almanya’da da bu sıcak ortamı buldunuz mu?

Bir ölçüde evet, gittiğim her kentte gazeteler o günün haberi olarak kültür sayfalarının başına beni taşıdılar. “Keloğlan ile Kartal Abi” dizisi 1980 yılından beri güncel kaldı, okullara, kütüphanelere girdi. Çocukların severek okuduğu kitaplar oldu. “Sihirli Limon” ise çok işlev gördü, Kuzey Ren Vestifalya Eyaleti Eğitim Bakanlığı’nın “Çocukların kafasında fantastik dünya açan 20 kitap” listesine seçildi, bakan kitapları basına benimle birlikte tanıttı ve masal etkinlikleri için -on yazar arasında adımı anarak- okullara davet edilmemi istedi, yüzlerce okula davet edildim. Bunlar da Türk basınında yer almadı.

Yıllardır Balkanlar'dan Orta Asya'ya çok geniş bir coğrafyadan masalları topluyorsunuz? Günümüzde akademik kurumların yürütmesi gereken bir çalışma bu. Neden bunca yorgunluk? Değiyor mu?

Bu çalışmanın birkaç nedeni var. Birincisi, ben Almanya’ya ilk kitabımdan ötürü ceza alarak geldim. Ve büyük bir boşluğa düştüm. Dili yabancı, mantalitesi, adeti, geleneği, göreneği, davranış biçimi ve herşeyiyle bana yabancı bir toplum. Türkler de öyle. Kağnısıyla adam tarlaya giderken, saatte bin km hız yapan uçakla bu ülkeye getirilmiş. Onun da psikolojisi hızla değişime uğramış. Tanımadığınız insanı nasıl yazarsınız? Yazmasam mutsuz olacaktım. O nedenle fantastik ögeleri zengin olan masala sığındım.

İkinci nedeni ise bir çok söyleşide tekrarladım, yine vurgulayayım. İlk Almanca kursunda tarihi bir gerçeği öğrendim: Grimm Kardeşlerin önemli bir amaçları var. Ülke beyliklere bölünmüş, parça bölük. Hiç bir bey ötekiyle anlaşamıyor, çatışmalı bir ortam. Ülke güçsüz düşmüş, bundan yararlanan Napolyon 1800 yılında ülkeyi işgal etmiş. Grimm Kardeşler gelecekte böyle bir felaket yaşanmasın diye çocukları aynı duyguda, aynı kültürde yetiştirebilmek için masalları derlemiş, 1812 yılında yayınlamışlar. O masallarla büyüyen çocuklar 1848’de Almanyanın ilk ortak meclisini Frankfurtta toplayabilmişler. Almanya’nın birliğine giden ilk hareket budur. Temelinde masallar var. İki Almanya’nın kansız kavgasız birleşmesinin temelini hazırlayan yine bu masallar. Çünkü iki taraf da çocukları aynı masallarla büyüttüler. Ve hatta ikinci dünya savaşından sonra dünya Almanyayla ilişkisini kesmiş, Almanlar akıllı bir iş yaparak Grimm Kardeş masallarını bütün dünya dillerine çevirtmiş, yayınlamışlar, sonuç beklediklerinden daha muhteşem. Bu hikâyeyi öğrenince kafamda bir ışık parladı. “Ben politika yapamam ama bu iş bana göre: Binlerce yıllık masal geleneğimizi yeniden canlandırmak. Hepimizin ortak kültürü, hepimizi birbirine bağlayan bu. Hiç olmasa bu çatışmalı ortamın yumuşamasına ve Türk yurtlarının yakınlaşmasına bir katkı sunabilirim.” Bu arada siz gazeteciler de sunun lütfen!

Üçüncüsü, Alman eğitim sistemini bilmediğim için öğretmenliğe başladığımda çocukların dikkatini en iyi şekilde masalla toplayacağımı düşündüm. İşimi kolaylaştırdı, başarılı da oldu.

Dördüncüsü de, çocukluk aşkım, Rus asıllı bir Malakan kızı Sonja’ydı, onlar Rusya’ya göçmüşlerdi. Sonja’yı bulmak için Mecnun gibi yollara düştüm.

Bu yorgunluğa değdi mi sorusuna gelince, onlarca yıl bir amacın peşinde koşmak gerçekten çok heyecan verici. Kitapların yayınlandığı birkaç yıldan beri de toplumumuzun her inançtan, her politik kesimden olanları bu çalışmayı ve sahibini bağrına bastı. Ödüller verdi, şehzadeler gibi ağırlamaya başladı. Düşünün sadece 15 Mart/ 30 Nisan 2013 tarihleri arasında 28 masal etkinliği, imza günü, 6 kentte de öğretmenlere, üniversitelerde öğrenci ve öğretim üyelerine “Kardeş masalların tarihçesi ve psikolojik işlevleri” başlıklı sunumum olacak. Bir yığın okul ve üniversite de sırada.

ÇOCUK VE AİLE EDEBİYATI KLASİKLERİMİZ
Şimdiye kadar topladığınız ve yayınladığınız masalların hacmi konusunda istatistiki bilgi alabilir miyiz? Örneğin bunların sayısını Grimm Masalları, Andersen Masalları gibi kolleksiyonlarla karşılaştırdığımızda nasıl bir tablo çıkıyor?

Türk Yurtlarından Kardeş Masallar dizisi, ve Mezopotamya masal ve öyküleri dört bin yılda geliştirdiğimiz “Çocuk ve Aile Edebiyatı” klasikleridir. Orta Asya’da sevilen Şaman Dede’den, Şirince Şeşen’den, M.Ö. 1750 yıllarında tabletlere yazılmış Adapa’ya kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. İki binin üzerinde masal derledim, derlenmişleri topladım. En tanınmışları seçtim, toplam 600den fazla masal üstünde çalıştım. Bütün dünya çocuklarına sunulmuş olan Grimm Kardeş masalları 268, Andersen’in ise 156 masalı var. Yanlış anlaşılmasın, buradan bir övünç payı çıkarmıyorum. Bizim coğrafya çok büyük ve anlatılan masalların kapsamı inanılmaz derecede geniş. Ve ben her Türk topluluğundan masal derlediğim halde daha yüzde birine bile ulaşmış değilim. Konu çeşnisi o kadar zengin ki, atalarımız aile içi tacizleri bile Orta Asya’dan Kosovaya kadar konu etmiş, çocuğuna çıkış yolu göstermiş. Bu konuda Kosova’dan Prof. Nimetullah Hafız, Kafkasya’dan Prof. Valeh Hacılar’ın derlemeleri arasında bulduğum masallar dünyaya örnek olacak masallar. Hepsi ayrı ayrı işlevlerle yüklü 32 kitap yayımladım. Elimde 27 bin sayfalık destan metinleri var. Hepsi senaryo, opera, bale, tiyatro, roman olacak nitelikte. Batının felsefeyle aydınlanmasına bakarak “ah vah!” etmemize gerek yok. Benim toplumum aydınlanmasını şiirle, masalla, destanla yaratmış. Batı aydınlanmacılığını aktarma yerine bu binlerce yıllık kültür mirasından yararlanabilseydik, ülkemiz çok daha başarılı bir sonuca ulaşmış olurdu.

Bu çalışmalara nasıl başladınız, bunun için hangi ülkelerde bulundunuz?

1975 yılında Anadolu masallarını yakınlarımdan derleyerek işe başladım, 1982 yılında da Sovyetler Birliğine gittim. Türk topluluklarının büyük kesimi orada, Çin ve Doğu Avrupa ülkelerinde. Altaylar, Anadolu, Azerbaycan, Gagavuz Yeri, Tataristan, Dağıstan, Kazakistan, Kırgızistan, Kosova, Özbekistan, Yakutistan, Türkmenistan, Uygurlar, Çuvaşistan, Hakas, Tuva, Kerkük-İran Türkmenleri, Başkurdistan, Makedonya, Nogay, Karay ve Kumuklardan halk hikâyeleri ve masallar. Kimisine gittim, gidemediklerimin masallarını gelişmiş Türkoloji merkezlerinde buldum: Moskova ve Mainz gibi...

Türk dünyası masallarında ortak özellikler gözleyebildiniz mi

Hem de çok. Özbeklerde Kırgızlarda ve Türkmenlerdeki Dazoğlan, Azerbaycan ve Dağıstan’daki Keçeloğlan ile Cırttan ve Çilbik, Başkurdistan’dan Emanet, Hakas’taki Öksüzoğul, Türkiye’den Balkanlara kadar yayılmış Keloğlan aynı ve benzer karakterler. Ayrıca Cüce karakterleri var. Altaylarda İristu var. Nefis bir masal figürüdür. Türkmenlerde iki tane önemli cüce karakteri var. Biri, Bir karış boy iki karış sakal, diğeri Yartı Kulak. Gagavuzlarda Cüce Todur, Dimitraş ile Pıtıraş, Çuvaşlarda Dirsek boylu Hivetke (ki ötekilerden farklı yanı çok olumsuz bir cüce oluşudur) Karay ve Karaçaylarda Kalıcı... Her Türk topluluğunda olumsuz karakteri simgeleyen dev, olumluyu simgeleyen Şirince Şeşen, Aksakal, Derviş, Ermiş, Şaman Dede, Bahşi, Arifler ve Melleler var... Her ülkede Han, Hakan, Kağan, Padişah, Vezir, Kizir, Hanım Sultan, Şehzade karakterleri var. Kimi olumlu, kimi olumsuz işlev görür. Ama hepsinin geçmişe kapı aralama işlevi var: “Bir varmış, bir yokmuş, eskiden bir padişah ya da kağan varmış” der demez çocuğu kendi geçmişine götürüp tarihin içinden bakmayı masalla öğretirsiniz. Yarattığı merak öğeleriyle dinlemeği, algılamayı, anlamayı, sonra da anlatmayı öğrenir. Kendine ait olan kültürel bir kimlik kazanır. Ama bunları atıp “bir Kral, bir prens, bir Prenses ya da bir Çar varmış” dediğinizde başka kültüre kapı aralarsınız. Bu da gereklidir ama % 83 oranında değil. Ne yazık ki Türkiyede böyle. Şaşırıyorum. Almanya’da çocuk edebiyatı oranı %75 yerli, %25 yabancı, Hollanda ile Fransa da benzer oranlar var. İngiltere ise başka kültürlere en kapalı toplum. Yabancı çocuk edebiyatı oranı %06, biz de %83! Kamuoyu oluşturan kaç kişi bu işin bilincinde? Uzattım değil mi?

TÜRK DÜNYASI VURGUSUNA KUŞKUYLA BAKANLAR
Siz çalışmalarınızı hangi hümanist amaçla sürdürdüğünüz biliniyor. Yıllardır yaptığınız çalışmalar, yayınlar bunun kanıtı. Buna rağmen bu eserlerle ilgili “Türk masalları” ve “Türk dünyası” vurgularına “ırkçılık” kuşkusuyla yaklaşanlar oluyor mu?

Oluyor. Birkaç tane somut örnek sayacağım: TRT’de bir programa davet edilmiştim. Baktım bir hikaye kitabından ödül aldığı için Yekta Kopan da çağrılmış. Bekleme salonunda oturuyoruz. O, elinde üç kitapla gelmiş, ben onun kitaplarını aldım, bir fikir edinmeye çalıştım. Kutladım. Benim elimde de kapağında “Türk Dünyası Masal Dizisi” yazılı yirmiye yakın kitap var. Üstünü okudu, elini sürmedi: “Nedir o?” dedi, kısaca anlattım, önüne doğru kitapları ben yaydım. Şöyle bir baktı, benim adımın kapak resminin içinde kaybolduğu bir kitap seçti: “Şuraya bak, şu özensizliğe! Yazar adı bile belli olmuyor,” dedi. Bütün kutlama bu kadar. Oysa bu arkadaş NTV’de her gün kültür programı sunuyor. Allayıp pullayıp verdiği İngiliz/Amerikan kültürüne ayırdığı zamanın yüzde birini bu külliyata ayırsaydı, çok daha fazla insanın kendi hazinesinden haberi olurdu. İkinci örnek: Yayınevindeki temsilcim Öğretmenler sendikasına gidiyor. “Bakınız” diyor, biz de böyle bir hizmet yaptık. İsterseniz üyelerinize tavsiye edin.” Yetkililer tepeden kapaklara bakıyor: “Biz böyle ırkçı yayını kimseye tanıtmayız,” diyorlar. Yine temsilcim kitapların hepsini içine alacak şık bir anbalaj torbası yaptırmak için bir işyerine gidiyor. İşyeri sahibi Kürt. Kitaplara bakıyor: “Ben böyle ırkçı şeyler için ambalaj yapmam!” diyor. “Peki,” diyor temsilcim, “beş tanesini sana bırakıyorum. Akşam çocuklarına birkaç masal oku lütfen. Yine yapma.” Ertesi gün adam telefon edip: “Abi özür dilerim, sen bu kitaplardan bana iki takım getir, ben de sana ambalajları parasız yapayım,” diyor.

Bu masalları Türkçe'nin, Türk kültürünün geçmişte ve günümüzde etkin olduğu ülkelerde, bölgelerde topladınız. Hepsini günümüz Anadolu Türkçesi'nde yeniden yazdınız. Anadolu Türkçesi'yle bu masalların orijinal hallerini anlamak mümkün mü?

Azerbaycan, Türkmen, Gagavuz, Makedonya, Nogay masallarını anlamak mümkün. Özbek, Kırgız, Uygur masallarında zorlanıyorsunuz. Diğerlerini çevirdim ya da çeviri yardımı aldım.

Masallardan bazılarına, kahramanlar çeşitli değişikliklere uğramış halde Batı dünyası masallarında da karşılaşıyoruz. Bu konudaki gözlemlerinizi alabilir miyiz?

Bazı masallarımız -tahminime göre- akınlar ya da göçlerle batıya geçip yeni öğeler kazanarak, isim değiştirip yaygınlaşmış ve dünya çocuklarının gözdesi olmuş, onlara yol göstermiş. Örneğin: ‘Şengülüm, Mengülüm, Şüngülüm’, ‘Kurt ile Yedi Oğlak’, ismini almış, ‘Yartı Kulak’, ‘Daummännlein’ (Parmak Çocuk) benzeri masalları yaratmış, ‘Fasulye Ağacı’, ‘Hans und Bohnenranke’ ye dönüşerek girmediği ev bırakmamış. Bunları fazlasıyla artırmamız mümkün.

Umarım zamanınız olur, bir soru daha... Almanya'da kisa bir süre önce çocuk masallarının dillerini ırkçı, ayrımcı kavramlardan arındırma amaçlı bir girişim başlatıldı. Masallar ortaya çıktığında şimdiki gibi ayrımcılık, ırkçılık yansıtmayan, ama günümüzde tam tersine çağrışımları olan "zenci" (Neger) gibi kavramlar masallardan çıkarıp, yeniden yayınlanıyor. Bu uygulamaya karşı çıkanlar da var.. Örneğin bunların tüm insanlığın ortak malı olan kültürel eserler olduğu ve orijinalitesinin bozulmaması gerektiği belirtiliyor. Sizin yaklaşımınız nedir?

“Zenc” Arapçadan bize geçmiş, siyahi anlamına geir. Zenciyle bizim ilişkimiz, Batılının zenciyle ilişkisine benzemez. Batılı onu köle olarak getirmiştir, eziyet etmiştir, alıp satmıştır. Bu, vijdanında ve bilinçaltında bir kara leke olarak hep canlı durmakta, bundan kurtulmaya çalışmaktadır. Hatta İngilterede bir TV dizisi çekilmektedir şu sıra. Bir bölümü şöyledir: Evli bir kadının bir zenciyle kaçak ilişkisi olur. Hamile kalır, kocasından mı, zenciden mi belli değil. Doğum günü gelir, çok korkmaktadır. Derken çocuk dünyaya gelir ve zencidir. Doktorlar, hemşireler şaşırır, susarlar. Ne diyecekler babaya. Baba hayırlı haberi beklemekte. Kapıyı açarlar, buyrun derler. Adam içeri gelir, çocuğu kollarının arasına alır, şaşkın bir biçimde uzun uzun bakar. Herkes susar. Adam: “Ben bebeklerden çok fazla anlamam, ama bu gördüğüm en güzel bebek,” der böylece beyaz adam vijdanını temizlemiş olur. Bizde öyle değil ki. İlk ezanı okuyan kişi zencidir, kutlu kişidir: Habeşistanlı Bilal. Binbir Gece Masallarını anımsayın. Orada saraydadır zenci, Şahın karısıyla sevişir, öyle sevişir ki bütün erkekleri kıskandırır, sanıyorum o bölümleri okuyan her kadın da bir zenciyle sevişme arzusu hissedebilir. Unutulmayacak erotik sahnelerdir. Bunlar çocuklar için değil elbette. Halife Harun el Reşit döneminden itibaren 8.yüzyılda, Halife el Memun döneminde 9. yüzyılda, ve devamında serbest olan bu masallar ne yazık ki bu bölümlerden ötürü bugün birçok İslam ülkesinde yasaktır. Gelinen nokta acı değil mi? Zenciyi veya başkasını küçümseyen, hor gören metinlerin çacuklara okutulmasını ben de istemem, ama ortadan kaldırılmasından yana da değilim. Çünkü geçmişin olumlu, olumsuz izlerini ortadan kaldırmak, geçmişi silikleştirmek kimsenin hakkı değildir.


Burada
burada