resim1
resim1

Işıklı Dağdaki Masal Anlatıcısı: Yücel Feyzioğlu

Orhan Aras

Yücel Feyzioğlu masal yazarken, ‘Kaf’ dağını çağrıştıran Kafkas Dağları’nın ardında yitip giden çocukluk arkadaşı, masal gözlü Rus kızı Sonja’ya olan büyülü aşkının bir etkisi oldu mu acaba? O masallardaki sevginin temizliğine ve hayranlık uyandıran imgelemelerine bakınca, onun Sonja’ya olan tutkusunun izinde yürüdüğünü düşünmeden edemiyor insan.

“Aaa, o çok hoş bir öyküdür,” diyor Feyzioğlu. “İlk aşkım. İlkokul 3. sınıftaydım. Yıl 1957. Karların eridiği, suların çağlayıp aktığı, Hıdrellez’in geldiği o bahar gecesi buğday çuvallarını yükleyip değirmene gittik. Değirmenci, Malakanlardan İvan Dayı idi. Malakanlar Kars’ın usta insanlarıydı; demirciler, biçer ustaları, araba yapımcıları... Değirmen çok kalabalıktı. Anti komünizmin yaygın olduğu bir dönem. Herkes her Malakan’ı komünist sanıp hakaret ediyordu: “Git bize yemek getir gavur! Git bize çay getir! Git karını da getir! Kızları da olgunlaştı artık, şapkayı vur, düşmezse tamam, kah kah, kih kih kih...” Zavallı İvan Dayı nasıl bir bunalım içinde anlatamam. Babam da orada. Dişini sıkarak bir çuvala yaslanmış, sesini çıkarmadan izliyor. “Neden müdahale etmiyor?” diye içimden babama kızıyorum. Bir de değirmen hakkını ödemeyenler var. Durum dayanılır gibi değil. Birden babam ayağa doğruldu, tabancasını çekip havaya üç el ateş etti. “Sıraya girin p!” diye bağırdı. Herkes suspus! Bizim çuvalları en arka sıraya çektirdi: Adamın çay, yemek, değirmen ücretini ödettirdi! İş bitip kuşluk olunca İvan Dayı bizi büyük bir minnettarlıkla kahvaltıya davet etti. Sofrayı Karsçayı’nın dupduru akan kıyısına kurmuşlardı. İşte Sonja’yı orada tanıdım. İnce, uzun, sülün gibi, gözleri yeşil, dümdüz sarı saçları beline kadar inmiş güzel bir kız. On iki yaşlarında. Kıza âşık oldum. Benden iki üç yaş büyüktü. Ama olsun... Kahvaltıdan sonra ahıra gittik, bizim atı kurşunlamışlar. İlk darbe! Yine de babam korumak için onları hep bize davet etti, onların arkasında olduğunu herkese göstermek istedi. Biz de onlara gidiyorduk, Sonja ile birlikte ödev yapıyor, oynuyorduk. 1960 ihtilalinden sonra Malakanlar Sovyetler Birliğine göç etmek zorunda kaldılar. Sonja da o göçe katıldı. Böylece daha büyük darbeyi yedim.”

“Siz de onun arkasından gittiniz.”

“Belki haklısın. Aslında çok önemli başka sebeplerim vardı, ama Sovyetler Birliğine beni sürükleyen olayların başında belki bilinç altındaki bu sevgi geliyor. Oraya gittiğimde Sonja’yı aradım tabii.”

Bulup bulmadığını sordum, gülümsedi. Kitaplarında da çocuklara Sonja’dan bahsetmeği unutmaz o. Yüreğindeki gizi dostuna, eşine, yoldaşına anlatanı duydunuz da, küçücük çocuğa anlatanı duydunuz mu hiç? Duymadıysanız dinleyin şimdi: ‘Gel sana bir gizimi anlatayım. Küçükken Kars’da Rus asıllı Malakanlardan birinin kızını sevmiştim. Adı Sonja’ydı.’ “Bu sırrı neden çocuklara verdiniz?” diye sordum.

“Ankara’da bir okulda masal günümüz vardı. Bir kızımız geldi bir kitap imzalattı, iki saat sonra geldi, bir tane daha imzalattı, bir süre sonra gelip bütün kitapları imzalattı. Aldıklarını okudun mu? Bunların hepsini neden almak istiyorsun? diye sordum. Okudum, çok sevdim, çünkü siz bana sırlarınızı açtınız, bütün masallar sırlarla dolu, dedi ve sordu Sonja’yı buldunuz mu? Samimiyete karşı çocuğun samimiyetini görüyor musun?”

Sonja’yı unutmadan şimdi geriye dönelim. Yıl 1972’dir. Türkiye’ nin en zor, en baskıcı yılları başlamış... Masalların dünyasından süzülüp gelen Yücel Feyzioğlu, insanca bir yaşam, umutlu bir geleceğin peşindedir. Ama o yıl, masal mevsiminin kışıdır. Çünkü Feyzioğlu yazdığı ilk kitabından ötürü ceza yer. Masal diyarı kentine ve ülkesine veda etmek zorunda kalır. Almanya’da Andersen yazarlık Akademisi’nde okur. Karışık uluslardan oluşmuş sınıflar dolusu güvercin yürekli çocuklara 11 yıl öğretmenlik yapar... Bu öğretmenlik; onun düşlerini gerçekleştirmede, mini mini çocukların yüreklerine masalları yüklemede yardımcı olur.

Yaşamla masal dünyası arasındaki farkı ne yazık ki ona soramadım. Ama onun dilinden herhangi bir masalın içine daldığımda etrafımın bir anda renklendiğini; insanların ve doğanın bana çok daha sevecen göründüklerini hemen farkettim.

İnsanı insan yapan düşünceler, yaratıcılık, sevda, düş, umut gibi duygular insanın eylemleriyle iç içe geçerken onun dünyasını da değiştirmeğe başlıyor. O duyguları çoğaltabilmek, geliştirebilmek, paylaşabilmek ve kapitalizmin sürekli körüklediği bu darlığa, bu karanlığa çare ve ışık olarak sunabilmek büyük bir beceri ister. Bu beceriye sahip insanlardan biri de Yücel Feyzioğlu’dur.

Onun artık yoğrula yoğrula kıvamının en üst seviyesine ulaşmış Türkçesi, masalların düşlerindeki yaratıclığını gerçekliğe taşımada bir nehir haline gelmiştir. Feyzioğlu, ‘Doğrubay ile Eğribay’ isimli kitabının sonunda bir Özbek yazarı olan Babahan Muhammed Şerif ile görüşmesini anlatmış çocuklara. Gerçek bir görüşmeyi anlatırken bile dilin nasıl masal diline dönüştüğünü hayretle okuyorsunuz:

‘Babahan Muhammed Şerif ile Hazar Denizi’ne karşı oturmuş sohbet ediyoruz. Karısına karşı nasıl da ince ve sevecen. Bir lale yaprağı gibi koruyor onu.’


Burada
burada